• herkesin sınırsız alternatifi olduğu yanılgısı.

    böyle bir şey yok aslında.

    bu yanılgı yüzünden herkes kendisinden daha iyi olana göz koyuyor.

    evet daha iyi. fiziksel olarak daha iyi. daha zeki, daha başarılı..

    gel gelelim ki o işler öyle olmuyor.

    ilişki azcık boka sarınca hemen kafaları uçsuz bucaksız sosyal medya sanrısı karıştırmaya başlıyor.

    ama daha iyisini bulma ihtimali her geçen gün azalıyor. çünkü bu bir yanılgı. bir kedinin bir aslana aşık olması gibi.

    kimse dengini istemiyor herkes hep daha iyisinin peşinde.

    debe editi: teşekkürler. bu kadar hem fikir varsa hala umut var demektir :)
  • erken sanayisizleşmedir. bu ülkede toplumsal gelişimi sağlayacak olan dinamikler dinamitlendi.

    3-4 nesil geriye gittiğimizde ailesi köylü olmayan aramızda yok denecek kadar azdır. köylü olmayanlar da zaten bu ülkede yaşamıyor. mareşal fevzi çakmak'ın şu anki torunu mesela yıllardır abd'de ikamet ediyor, muhtemelen vatandaş olmuştur.

    ulus oluşturma sürecinde sanayileşme çok mühimdir zira ulus devlet tanımları bile varlığını bizzat sanayi devriminin getirdiği toplumsal değişime borçludur. diyelim ki köylü olan dedeniz şehre geldi. bu adamın önünde iki yol vardı, ya hizmet/inşaat sektöründe çalışacak ya da bir fabrikaya girecekti.

    sanayi istihdamı ne yazık ki yatırım gerektirir, yatırım tasarruf gerektirir, tasarruf tüketimden kısmayı gerektirir. şehirdeki yüksek yaşam standartlarını görmüş insanları islami ya da milli endoktrinasyonla tasarrufa sevk edemezsiniz.

    böyle olunca kitleler daha niteliksiz işlere akar. bu da sınıf bilinci gelişmesini ve üretimden gelen gücün farkına varmalarını engeller. aslında işçi sınıfının yüksek refah talebi 70'lerde canlıydı ama bu süreç 12 eylül ile sonlandırıldı. 12 mart'ın meşhur genelkurmay başkanı memduh tağmaç'ın sosyal uyanış iktisadi gelişimi geçti sözü bunun en canlı nişanesidir.

    aslında şu an türkiye yine 70'lerdeki gibi bir kaynak talep etme döneminden geçiyor. aktarılan bütün kaynaklara rağmen islami endoktrinasyon işe yaramadığı gibi eski gücünü de kaybediyor. tarikatların etki gücü tamamen ortadan kalkmıyor tabii ama aynı etki gücü için daha çok kaynağa ihtiyaç duyduklarından dolayı azaldığı yorumunu yapabiliyoruz.

    bu da sınıf bilinci gelişmemiş ama kaynak talebi endoktrinasyonla da dizginlenemeyen kitleler oluşturuyor. göçmenlere açık kapı politikası da bir devlet politikası olarak bu yüzden sahnededir. endoktrine edemiyorsan, endoktrine edebileceğin yığınları topluma sür.

    karın tokluğuna çalışan ve sermaye birikim modelini sürdürebilecek proleter insan yığınlarıdır arzulanan. fakat bu da ters tepeceğe benziyor zira ekonomik pasta küçüldüğünde en çok göze batan bu proleter yığın oluyor.

    işte kadın erkek ilişkileri de bu toplumda zuhur ediyor. aileler çocuklarını aman aç kalma rahat yaşa diye okumaya zorluyor. arkaik feodal tarım toplumu alışkanlığı güçlü olan ailelerse özellikle kız çocuklarını ya kocana muhtaç olma diye ya da zengin koca bul diye yetiştiriyor.

    ahlakı çoğu insan çevresiyle etkileşim sonucu şekillendirir. evrensel ahlak ya da etik ise kişilerde bilinç düzeyi yükseldikçe gelişir. kaynakların kıt, sınıf bilincinin düşük olduğu bir toplumda geçer akçe sınıf atlamaktır, rahat yaşamaktır, refaha kavuşmaktır.

    refahı sağlayacak bilgi üretimi yok türkiye'de. buradan neşet edecek refah da yok. diğer ülkeler makası açtığı için refah üretimi de günbegün düşüyor.

    sınıf bilinci olmayan insanlarla aranızdaki kültürel bariyerleri aşamazsınız. ortak payda geliştiremezsiniz. ben iktisadi açıdan bana muhtaç olacak bir kadınla yaşamak istemiyorum çünkü bunu normalleştirecek kültür ve ahlakı çok arkaik buluyorum. bu şekilde de birlikte bir yaşam inşa edemem.

    ilişkilerdeki güncel sorun genellikle maddiyata dayanıyor. çünkü evlilikler bile bu temelde kuruluyor. eskiden tek maaşla aile kurulan dönemden insanlar yavaş yavaş evleneyim eşim de çalışır daha iyi yaşarız kafasına geçmişti.

    kaynak azaldığı zaman bu algoritma çalışmıyor. azalan kaynaklarda siz kendi payınızı korumuşsanız ve bunu niteliksiz sermayedar olarak değil de nitelikli emek sahibi olarak başarmışsanız, refah düşürücü etki yapıyor bütün ilişkiler.

    bu şekilde genellemek kötü tabii çünkü sonuçta sosyal statü olarak bulunulan konuma göre ilişki havuzu belirlenir. sorun da buradan neşet ediyor. benim bulunduğum sosyoekonomik statüde toplum kesimi kalmadı. ha ekonomik statü olarak ziyadesiyle var ama kaynakların dağıtımının yol açtığı toplumsal kalitesizleşme beni istisnai bir yere soktu.

    bu da günün sonunda toplumla her türlü etkileşimde izolasyona evrildi. bendeki tezahürü bu ama toplumdaki genel yansıması da maddiyat ve toplumun maddiyatla ilişkisidir. sadece maddiyat değil mesele, maddiyatla olan ilişki aynı zamanda.

    sınıf bilinci yok, kaynaklar kıt. senin bilimle, kültürle, sanatla olan ilişkini bile maddiyat belirler. bu ister aman oku da elin ekmek tutsun saikiyle başlar ister zengin koca/kariyerli koca aramayı ahlaken zihinlerde aklamayla.
  • çıkma teklifinin kalkmış olması. eskiden ne güzeldi çıkma teklifi edilir, cevaba bağlı olarak da sevgili olunur veya olunmazdı.

    şimdi sevgili miyiz, değil miyiz, biz şimdi neyiz, öpüştük ama..., sarıldık ama..., eliyle götümü avuçladı ama... koca bir karmaşa
  • bolluk yanılgısı.
  • bu sorun aslında tolstoy'un anna karanina romanında geçen şu cümlelerle çok net anlatılır "birini seversen eğer, olmasını istediğin gibi değil, olduğu gibi, her şeyiyle seversin." bu cümle o kadar çok şeyi açıklıyor ki aslında anlamak isteyenler için.

    bu cümleyi birçok insanın anlayacağını sanmıyorum. erkekler için önemli olan bedendir çoğu zaman. bazı insanlar için statüdür önemli olan, bazı insanlar için paradır önemli olan. ben bu cümleyi bir insanı bütün olarak gören kişilerin gerçekten anlayacağını düşünüyorum. bir insanın ruhunu, zekasını, kalbini, bedenini bir bütün olarak gören ve gerçek bir ruha sahip insanlardan bahsediyorum.

    kendi adıma konuşmam gerekirse her geçen gün bazı şeylerden daha da emin olmaya başlıyorum. insanları tanımaya devam ediyorum ve aslında bazı şeylerin ne kadar kolay harcanıp, bazı şeylerin ne kadar çıkarlara dayandığını da anlamaya başlıyorum. aslında olay herkesin düşündüğü gibi alternatif bolluğu falan değil olay tamamen insanların artık ruhunun kirlenmiş olması. bu ruh çoğunlukla gözden kaçırılan, önemsenmeyen ama aslında en çok bakılması ve dikkat edilmesi gereken şey oluyor.

    her insan kendini çok güzel bir biçimde pazarlıyor. öylesine parlak bir şey ortaya koyuyorlar ki baktığın zaman o parlak şeyin çok güzel olduğunu düşünüyorsun ama o parlak şeyin içi çoğunlukla çürümüş bir halde oluyor. işte o çürük kısım aslında kişinin ruhu. bu ruhu kirletmeyen insan sayısı o kadar az ki. o ruhu temiz kalmış bir insanı bulmak aslında önemli olan.

    bu yüzden emek vermeyen, alternatif peşinde koşan insanların ruhlarının oldukça kirli olduğunu düşünüyorum ben. bu insanları kaybetmek de aslında bir insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden birisi oluyor. çünkü o insan kötüydü, kirliydi, o insan hep başka şeylerin peşinde koşan ama onu bulamayacak bir insandı. bu durum iki insanın anlaşamaması yüzünden kötü olduğu anlamına gelmiyor. çünkü bazen ne olursa olsun iki iyi insan bir araya gelse de bazı şeyler olmaz. ama buradaki fark şudur "o iki insan da iyidir, gerekeni yapmışlardır ama olmamıştır, kimse kimseyi kandırmamış, kullanmamış bir haldedir." fakat ruhu gerçekten kötü insanlarla bir araya geldiğiniz zaman işte orada başınıza gelen şeyler ilk başlarda canınızı yaksa da her şeyin sonunda buna sevinmek gerekiyor.

    umarım ruhu güzel kalabilen insanlar, buna emek verebilen insanlar, emek harcayan insanlar o yorgun ve iyi ruhlarla karşılaşma imkanını bulurlar. emek vermeyi ziyan ya da vakit kaybı olarak görmeyen, iyi kalmayı başarmış, sizi düşünebilen, sizinle aynı yolda el ele yürümek isteyen o insanı bulursunuz. bulamazsanız da çok büyük bir kayıp değildir yola yalnız devam edersiniz o kadar. hiç değilse kendinizi ve ruhunuzu kirletmeden bu dünyada yaşamış olursunuz...
  • (bkz: imkanlar imkansız)

    netlfix'ten izlediğiniz hangi filmden, parliament sinema kulübü gecesi izlediğiniz filmin keyfini aldınız?

    neden harika görüntü kalitesine sahip yüzlerce filmin olduğu, istediğimizde açıp istediğimizde durdurup film izlememize imkan veren bu ortam, tüplü tv'lerden haftada bir kere ve saatinde izlemek zorunda olacağımız filmler kadar tat vermiyor?

    neden o romantik hislerimizi besleyemiyor?

    veya imkan bulmuş olanaklar, türümüz için hep faydalı mıdır? daha iyisi, en iyisi midir insan için?

    iletişim çağı iletişime geçme eylemini teknik olarak kolaylaştırmıştır ancak bu imkan sevdiklerimizle görüşme sayımızı azaltmıştır. sosyal medya normalde asla bir araya gelemeyeceğimiz insanla tanışmamıza imkan sağlamıştır ancak gerçekte insanlar yalnızlıktan ciddi anlamda muzdariptir. herkesin ulaşılabilir olduğu bu çağ kendine ait garip terimler ve aşağılık bir kültür yaratmıştır.

    kadın erkek ilişkileri de bu imkanlarla sınanmaktadır işte.

    modernleşme, şehir yaşamı, yoğun çalışma hayatı ve teknolojik imkanlar, yalnızlıklar ve mutsuzluklar doğurmuştur. kaçıngan bağlanma bir korunma biçimidir, şüphe etmeyen enayidir, anksiyete bozukluğu farenjit gibi yoruldukça ortaya çıkar, çocukken izlediğimiz sevimli hayalet casper'ın yerini buz gibi ghosting'ler almıştır. aldatılmayan çok şanslıdır, mutlu bir çift görünce mutlu olunur.

    artık herkes herkesin cebindedir, uzun sürelerle yanında değil. herkes çok güçlüdür, kimse kıymetli değil.

    geriden takip ettiğimiz bazı gelişmiş toplumlarda yalnızlık bakanlığı gibi kurumlar icat edilmiştir. çöpçatanlık için değil, insanlar bakıma muhtaç hale geldiğinde yalnız ölmesinler diye. eş yok, çocuk yok, torun tombalak yok.

    eskiden bu durumda sadece çok sorunlu insanlar olurdu. kimsenin istemeyeceği kişiler. şu an para kazanan, spor yapan, eğitimli toplumun bir kısmının normali bu.

    düğünlerde arkadaşlarımıza, doğumlarda çocuklarına taktığımız altınlar geri gelmeyecek. bugün 30-40 bandındaki birçok kişi tek başına yattığı hastane köşelerinde, hemşirelerin ünlüsü o kimsesiz kimse olacak. büyük bir kısmımız evinde kedi bile bakamadığı için tek başına ölüp gidecek. hatta bir kısmımız ölmeyi dilenecek.

    peki bu sorunun çözümü için ne yapılabilir?

    mevcut şartlar altında bir önerim yok. sonuçta toplumsal çapta kimse imkanları, konforu, düzeni gönüllü olarak bırakmak istemez.

    şehrin musluklarından içilebilir alkol aktığını düşünün. zamanla toplumun büyük kesimi alkolik olacak, buna tepki duyanlar azınlıkta kalacaktır. kitleler bu imkandan asla vazgeçmek istemeyecektir.

    işte çağın imkanları böyle sarhoş edici ve zararlı güzelliklerle doludur.

    sarhoş şehrin ayık mutsuzluları için anlattığım şeylerle ilgili bazı konular;i

    - insanlık olarak avcı toplayıcı toplum olmanın ötesine geçmemeliydik
    (bkz: anarko primitivizm)

    - 70’lerde, teknolojinin daha fazla gelişmemesi için şirketlere bomba gönderen harvard’lı profesör ve kitabı.

    (bkz: theodore kaczynski)

    (bkz: sanayi toplumu ve geleceği)

    - modern çağın tüm imkanlarından vazgeçişi ve topluluğu korumayı anlatan 2004 yapımı film (bkz: the village)

    - daha 90’larda böyle severdik birbirimizi (bkz: inci sözlük'teki muhteşem askerlik hikayesi)

    - çağın ruhunu yansıtacak kadar brutalizm (bkz: molchat doma)

    - geldiğimiz noktada cinsiyetler arasındaki diğer iki büyük sorun asimetri ve rekabet;
    kadın erkek ilişkilerinin güncel sorunu/@linus torvalds
  • yeni birini çok kolay bulabilme düşüncesidir.

    kimse orta yolu bulmakla ve sorunları çözmekle uğraşmıyor. ilk hatada ilk farklılıkta başka kişilere yöneliyor. çünkü daima birileri var ve bu devirde iletişim müthiş kolay.
  • herkesin herkesle flört edip, durmaksızın “kendi hesaplarınca” daha iyi olanını aramaya devam etmesi, bu yolda her türlü ahlaksızlığı, arsızlığı, onursuzluğu, doyumsuzluğu kendine hak görmesi.
  • ilişki yok flört var denmiş de flört de yok.
    hatta tanımak da yok, iletişim de yok.

    "yer çekimsiz ortamda muz yiyim ama çilek tadı gelsin" derecesinde bir kafaya kollektif olarak ulaşmayı nasıl başardık cidden??

    yatalım kalkalım ama ilişki kurmayalim, adı olmasın, sorumluluk olmasın, sonsuz özgürlük olsun ama yavsaklik olmasın, konuşalım ama flört ediyor olmayalım, tanışalım ama çok da tanışmayalim, iletişim kuralım ama iletişimin gereklerini yerine getirmeyelim.

    böyle uzar gider. kafayı yemişsiniz bence.

    ilişki mi??? kezban mısın?? yazdığın şeye cevap vermek mi? niye ezik misin? dürüst olmak mı? niye salak mısın?

    kafayı yemişsiniz. kendinize saygınız ve güveniniz sıfıra yakın geziyor benden söylemesi.
  • oyun oynuyorlar ve samimiyetsizler. satranç oynar gibi, olacakları hesaplayarak yaşıyorlar ilişkilerini. koca koca insanlar "o şöyle dediği için ben böyle yaptım, böyle yaparsa şöyle yapacağım; şöyle yaparsa öyle yapacağım. bilmem nereden engelledim ama daha görmedi, görünce bakalım ne yapacak?" falan gibi garip triplere giriyorlar, inanılır gibi değil.

    sanırım tam olarak güvenememek bunun sebebi.
hesabın var mı? giriş yap