• cannibalist ilkel topluluklarda bir gelenek.kurban öldürülüp eti yenmeden önce güzelce beslenilir.
  • (bkz: shiiku)
  • `kenzaburo oe'nin "kurbanı beslemek", "delilikten kurtar bizi" ve "gözyaşlarımı sileceği gün" isimli 3 uzun öyküsü biraraya getirilerek volkan erdemir çevirisiyle kurbanı beslemek ismiyle can yayınları tarafından yayınlandı.`

    http://www.idefix.com/…asp?sid=s3dhh83zeb1b8hd1idhp`
  • kenzaburo oe ye ait hikaye aynı zamanda can yayınlarının yazara ait üç hikayeyi bir araya getirerek yayımladığı kitabın adı.
    ilk öykü kurbanı beslemek japonya'nın bir orman köyüne düşen düşman uçağından sağ çıkan zenci düşman askerinin köyde esir alınması bir çocuğun bakışından anlatılıyor.
    ikinci hikaye delilikten kurtar bizi zihinsel engelli oğlu ile ayni kişiymiş gibi yaşayan bir adamın garip hikayesi.yazar hakkında bir iki arama yapınca gördüğüm üzere yazarında zihinsel engelli bir oğlu var. kitabın son bölümü gözyaşlarımı sileceği gün hem bir delinin ağzından anlatıldığından hem sürekli anlattıklarıyla çelistiğinden zorlayıcı bir okuma deneyimi.çevirmeni ali volkan erdemir yazar ile okuyucu aradında varlığını hissettirmiyor iyi iş çıkarmış.
  • nedense hikayeleri okurken inanılmaz bir hemingway esintisi hissettim. hemingway'in benim için en önemli özelliği, hikayelerini okumamın üzerinden yıllar geçse de, olay zincirlerini unutmuyor oluşum. eserlerde ayrıntı sayılabilecek kısımlar bile birkaç defa ama sıkmadan tekrar edildiği için, hemingway'in akılda kalıcı, kendine özgü bir sistematiği olduğunu düşünüyorum. kenzaburo oe için, hikayelerdeki absürtlüklerin bu sistematiği ciddi anlamda desteklediği savunulabilir 'düşman zenci pilotun kafeste beslenmesi' kutup ayısı havuzuna düşen 200 kiloluk adam vb örneklerde olduğu gibi. bir de bazen mide bulandırıcı seviyeye kadar düşen absürt durumları bu kadar akıcı okuyabilmem de ayrı bir mekanizmanın meyveleri olsa gerek diye düşünüyorum.

    tüm bunların dışında beni hikayelerde en çok etkileyen şey, genellikle gerçek dışı, bilim kurgu ve türevleri sayılabilecek (büyü, sihir, keşfedilmemiş teknolojiler, zaman makinesi, doğaüstü güçler vb...) hiçbir etken yokken, yaşananların yine de bu dünyaya ait olmadığını hissettirmesiydi
  • kitap hakkında gerekli teknik bilgiler sevgili yazarlarımız tarafından layıkıyla aktarılmış, kitabı orta hızlı okuduğumu düşünen bir kişi olarak 4-5 saatte bitirdim. kitap metro-otobüs gibi ortamlar da ayakta okunabilecek cinsten. akıcılığı ve çevreyi betimlemesiyle bölünmeden kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.

    mevcut 3 hikayenin birbiri içerisinde izler taşıdığını düşünüyorum, okurken empati yeteneğimle birlikte kendimi hikaye karekterleri içerisinde buldum sık sık, bir yandan da deliliğim konusun da şüpheye düştüm. hikayeleri bitirdikten sonra tekrar başa dönüp biraz daha okumak tüm parçaların yerli yerine oturmasına yardımcı oluyor.

    - eeyore, görmek denilen şey, hayal gücünü kullanarak objeleri algılamaktan başka bir şey değildir ki.
    - yaşam, insanların karanlıktan çıkarak bir mumun çevresinde kısa bir süre toplandıktan sonra her birinin teker teker yine kendi karanlığı içinde kaybolup gitmesi gibi bir şeydir.
    - şimdi "o"nun çok duygulanıp sevindiği şey, bedenindeki -kanserli bedenindeki- çürüme hissinin mutlak varoluş hissini doğrulaması.
    - let us sing a song of cheer again, happy days are here again!
    (haydi yine neşe şarkısı söyleyelim, işte yine geldi mutlu günler!)
    - komm o tod, du schlafe bruder
    komm und führe mich nur fort
    (gel ey ölüm, uykunun kardeşi/gel ve götür beni buradan)
    - ağaç yaprakları meğer her zaman titriyormuş! bunu ölünceye dek unutmayacağım.
    * ilkokulda her gün sorulan "peki sen imparator hazretleri için seve seve ölür müsün?" sorusuna her defa aynı yanıtı veriyordu; "evet, seve seve ölürüm!"
    ** insan çiçekler olarak açmaya!...
    ***
    hani olur da
    soracak biri çıkarsa beni
    o şimdi nerede diye
    o, gözyaşlarıyla birlikte
    okyanusa karışıp gitti...
  • insan denen meçhul hâlâ aynı yerde. kendi canavarını içinde besliyor, kurbanını beslediği gibi.
    ağaç kovuklarından, mega plazalara değişen bir şey yok.
    ırkçılık en yalın haliyle devam ediyor.

    usul usul kana karışan bir öykünün ve zenci askerin çaresizliği, kurban oluşu ve ölümünü ve tutsak düşmese kimin canisi olacağını düşünüyorum.
    yanıt buluyorum elbette.

    --- spoiler ---

    “sen kızakla kaymıyor musun, kurbağa?” diye sordu kâtip, “bu oyunu senin bulduğunu sanıyordum, yanılıyor muyum?”

    sessizliğimi inatla koruyordum. kâtip otururken takma bacağından gırç gırç sesler çıkmıştı; ceket cebinden zenci askerin kendisine armağan ettiği pipoyu çıkarıp doldurdu.

    burun deliklerimin yumuşak mukozasını rahatsız eden ve hayvansı duyguları körükleyen: sert koku, yanmış ot kokusu yükselerek kâtiple beni soluk mavi bir duman bulutu içinde bıraktı... “savaş, işte böyle merhametsiz bir şey. çocukların parmaklarına kadar parçalıyor,” dedi kâtip. “

    derin bir nefes alıp sessiz kaldım. savaş; o kanlı, büyük, uzun süren çatışma hâlâ devam ediyordu demek. uzak bir ülkede, koyun sürülerini, biçilmiş taze çimenleri önüne katıp götüren bir sel gibiydi savaş, asla bizim köyümüze ulaşamayacağını sandığımız. ama işte elimi ve parmaklarımı paramparça etmeye gelmişti savaş, babamı kanıyla sarhoş edip ona baltayı savurtmuştu. sonra köy birden kendini savaşın içinde bulmuş, oluşan kargaşa içinde soluğum tutulmuştu...

    --- spoiler ---

    bir kenzaburo oe romanı.
  • hansel ve grateldeki cadının yaptığı iş. neyse ki çocuklardan biri zeki çıktı da, cadıya elini değil dal parçasını uzattı. *
hesabın var mı? giriş yap